İTALYA (ROMA)


İtalya’nın Fransa ve İspanya ile birlikte dünyada en çok turist çeken ülkelerden biri olması tesadüf

değil! Venedik’te gondola biner, Milano’da en şık butiklerde alışveriş yapar, Vatikan’da büyülenir,

Sardunya’nın kumsallarında güneşi içinize çeker, Pompei’de geçmişe döner, Dolomiti’lerde kayak

yaparsınız. Ülkede herkese ve her keseye uygun o kadar çok alternatif var ki…

İtalya’ya büyük güç olarak önce Etrüskler gelmiş. M.Ö. 753 yılında Roma cumhuriyeti kurulmuş.

Sezar’ın M.Ö 44’de ölümüyle, yeğeni Oktavianus Augustus, rakipleri Markus Antonius ve

Kleopatra’yı yenerek iktidarı ele geçirmeyi başarmış ve M.S. 27 yılında Roma İmparatorluğu’nu

kurmuş. II. Yüzyıl Roma’nın en parlak dönemi olarak geçiyor. 330 yılında Konstantin, İstanbul’u

başkent yapmış. Batı Roma, Alman Barbarlar tarafından tarihin sayfalarına gömülürken, Doğu Roma

İmparatorluğu varlığını 1453 yılına kadar devam ettirmiş.

Orta Çağ’da İtalya’da güçlü şehir devletleri ortaya çıkmış, Rönesans’ın doğduğu Floransa bunun en

tipik örneği. 16. Yüzyılda ise ülkenin kuzeyi Avusturya kökenli Habsburgların, güneyi İspanyol

Burbonların eline geçmiş.1861’de Kral Vittorio Emanuele bölünen toprakları birleştirmiş.

1925’de iktidarı ele geçiren, 1940’ta da İtalya’yı savaşa sokan Mussolini ülkenin tarihindeki kara

döneme imzasını atmış, bedelini de partizanlar tarafından Nisan 1945’de öldürülerek ödemiş bir faşist

diktatör. İtalya’da en uzun dönem başbakanlık yapan lider ise günümüzde de ikitidarda olan Silvio

Berlusconi.

İtalyanlar’da aile çok önemli. Modern zamanlarda bile bekar İtalyan erkeklerin yüzde 65’i aileleriyle

birlikte yaşıyor. Bunun en büyük sebebi de Katoliklik. İnsanların yüzde 84’ü kendini Katolik Hıristiyan

olarak tanımlıyor. Ülkede ikinci büyük dini grubu, 1,3 milyonluk nüfusları ile Müslümanlar

oluşturuyor. Futbol; milli bir çılgınlık. Juventus, Milanolu AC ve Inter takımları üç büyükleri temsil

ediyor. İtalyanlar tarih boyunca, edebiyat, sanat ve mimaride önü olmuşlar. Verdi, Puccini, Bellini,

Donizetti, Vivaldi ve Rossini gibi müzik alanında yetiştirdikleri sanatçılar da var. Ülkenin 8000

kilometre uzunluğunda sahilleri ve 21 Ulusal Parkı bulunuyor. Çizmenin yaklaşık yüzde 75’i dağlık.

AŞIKLAR ŞEHRİ ROMA:

Üç bin yıllık bir tarihe sahip Roma’ya aşık olmamak imkansız gibi… Roma’yı tersinden okuduğunuzda

bir sürprizle karşılaşıyorsunuz: AMOR yani aşk…

Roma’nın kuruluşuyla ilgili, Romulus ve Remus adlı ikizlerin efsanesini duymuşsunuzdur. Roma’nın 12

km. güneydoğusunda volkanik kökenli Albano tepelerinin bulunduğu yerde, Alba Longa kenti ve

Numitur adlı bir kral varmış. Numitur’un kardeşi Amulius tahta göz dikmiş, abisini devirmiş ve tahtı

güvenceye almak için abisinin kızı Rhea Silvia’a evlenmeyeceğine dair yemin ettirmiş. Evlenirse

doğacak çocuklarla aynı sorunu yaşamaktan korkmuş. Ancak savaş tanrısı Mars, Rhea Silvia’a

sırılsıklam aşık olmuş ve Rhea Silvia hamile kalmış. Çocuklar dünyaya gelince haberi alan Amulius

çılgına dönmüş, bebekleri kaçırıp, bir sandığa koydurup Tiber Nehri’ne attırmış. Sandık kıyıya

vardığında çocukları gören bir dişi kurt onları kendi yavrusuymuş gibi sütüyle beslemiş. Eski Kral

Numitur’un çobanı, Faustulus ikizleri bulmuş ve karısına götürmüş. Onlara Romulus ve Remus

adlarını verip öz çocukları gibi büyütmüşler. Yıllar sonra çocukların her ikisi de serüvenci bir çoban

çetesinin başına geçmiş. Bir gün Romulus yakalanmış ve cezalandırılmak üzere kralın huzuruna

çıkarılmış. Eski kral da orada olduğundan, onun hiç de çobana benzemediğini görüp genç adamı

sorguya çekmiş ve kim olduğunu anlamış. İkizler amcaları Amulius’u öldürüp tahtı büyükbabaları

Numitur’a geri vermişler. Bir kent kurmaya karar veren Romulus ve Remus dişi kurdun onları emzirip

büyüttüğü Palatinus Tepesi’ni seçmişler. Romulus tepenin çevresine bir duvar yapmaya karar vermiş.

Remus yaptığı duvarın çok alçak olduğunu ileri sürerek kardeşi ie alay etmiş ve bunu kanıtlamak için

üstünden atlamış. Buna çak kızan Romulus öfkesinden kardeşi Remus’u öldürmüş, kuracağı kentin

yapımını sürdürüp ve kendi adından esinlenerek Roma adını vermiş. Roma’nın doğum günü M.Ö 21

Nisan 753 olarak kabul ediliyor. Roma’nın ilk imparatoru Oktavianus Augustus döneminde Latin

yazarı Virjilius M.Ö. 29-19 yıllarında Roma gelenekleriyle Yunan kültürünü birleştirerek L’Eneide-

Aineias Destanı’nı yazmış. Bu destanda Troya kahramanı Enea’nın yaşlı babası Anhises, oğlu Ascanios

ve hayatta kalmış az sayıdaki insanla Troya’yı terk ederek yeni bir yurt bulmak üzere gemiyle

kaçmaları, binbir serüvenden sonra Lazio bölgesinin kıyılarına varmaları, oradaki kabilerle savaşmaları

ve oğul Ascanios’un Alba Longa şehrini kurması anlatılır. Bu arada Troya kahramanı Enea, Akdeniz’in

sularında doğan aşk ve güzellik tanrıçası Venüs’ün oğlu olarak geçiyor.

Venüs ve Roma hep bir arada olmuşlar. Öyle ki şehrin en büyük tapınağı, M.S. 135 yılında İmparator

Hadrianus tarafından tasarlanıp Remus’un atası, Enea’nın annesi Venüs’e adanmış.

ROMA’NIN YILDIZLARI:

Campo dei Fiori Meydanı:

Tiber Nehri kenarına inip Roma’nın renkli ve şen meydanlarından Campo dei Fiori’ye uğrayabilirsiniz.

Burası saat 14.00’e kadar rengarenk bir açık hava pazarı, daha sonra pub, lokanta ve pizzacıları

turistlerin istilasına uğruyor!

Campo dei Fiori eski roma kalıntılarının üzerine kurulmuş binaların, Orta Çağ hanlarının ve Rönesans

Konaklarının birarada bulunduğu cıvıl cıvıl bir semt! Meydanın ortasındaki bronz heykel ise 17 Şubat

1600 yılında kiliseye aykırı düşüncelerini açıkladığı için burada diri diri yakılan rahip filozof Giordana

Bruno’nun heykeli. Düşünce özgürlüğünü savunmak ve bu tür olayların tekrar olmamasını dilemek

için, her sene 17 Şubat günü Giordana Bruno burada anılıyor. Campe dei Fiori’nin hemen yanında

gayat şık, İtalya’nın mimari alanda en hoş meydanlarından biri olan Farnesa Meydanı var. Bugün

Fransız Büyükelçiliği olan Farnese Konağı’nın inşaatını III. Paolo olarak Papa seçilen Kardinal

Alessandro Farnesa 1514’te başlatmış. Michelangelo ve Della Porta gibi mimarlar da yapım

aşamasında görev almış. Meydanın iki tarafındaki çeşmeler, Caracalla Hamamları’ından alınmış granit

havuzlardan oluşuyor. Bu meydandaki sıcak atmosferi, nefis mutfağı ve mükemmel servisiyle

Ristorante Camponeschi’de bir akşam yemeği yiyebilir ya da köşesindeki Wine Bar’da bir aperatif

alabilirsiniz. Bu arada yıllarca Türkiye’de çalışmış Arubalı müzisyen Ronny Grant oradaysa rica edin,

size ‘’Üsküdar’a giderken…’’ i çalsın.

Navona Meydanı:

Meydan, Campo dei Fiori’ye çok yakın. M.S. 86 yılında İmparator Domitian halkın sempatisini

kazanmak için 33 bin kişilik bir Campus Agonis(Yarış Alanı) yaptırmış. Meydanın etrafındaki binalar o

stadyumun sıralarının bulunduğu yerin üzerine inşa edilmiş. Meydan Barok döneminin en güzel

örneklerinden biri. Ortada mimar Bernini’nin dünyanın dört büyük nehrini(Ganj, Nil, Tuna, Rio de la

Plata) betimleyen çalışması ve iki yanında da çeşmeler var. Bu meydana günün her saatinde uğramak

mümkün. Meydanın etrafındaki fiyatları yüksek kafe ve lokantalar devamlı açık. Sabah bir capuccino,

öğle veya akşam yemeği veya sadece bir içki için buyurun. Yeter ki meydanda şöyle bir oturup keyif

çatın! Meydanın bir özelliği de eserlerini sergileyen ressamlar ve karikatüristler… Meydan yakınındaki

Giolitti’de dondurma yemeyi ihmal etmeyin.

Pantheon:

Pantheon, M.Ö. 27 yılında Atium Savaşı zaferi için bütün tanrılara şükretmek amacıyla Augustus’un

damadı M.Agrippa tarafından yaptırılmış. Daha sonra bir yangına kurban gidince İmparator

Hadrianus M.S 118’de yeniden inşa ettirmiş. 43 metre çapındaki kubbesi ve ortasındaki tek ışık

kaynağı olan açıklığıyla Roma mimarisinin bir harikası olarak bugünlere kalabilmiş. Bunun sebebi

Bizans İmparatoru Foca’nın M.S. 608’de Pantheon’u, Papa IV. Bonifacio’ya bağışlaması ve Papa’nın

da tapınağı Meryem Ana’ya adanmış bir kilseye çevirmiş olması. Daracık Orta Çağ sokaklarından bu

meydana çıktığınızda böyle devasa eserle karşılaşmak Roma’nın hoş bir sürprizi. Roma’yı bir açık hava

müzesi olarak gezmek gerek. Her yerinde Antik Çağ’dan kalma bir eser, çeşmeler, her biri bir sanat

eseri olan kiliseler var. Üstelik çoğu da ücretsiz. Roma’dayken kiliselere hem sanat eserlerine bir göz

atmak hem içinizden geliyorsa dua etmek veya dilek tutmak için girin. Rivayete göre ilk kez girdiğiniz

bir kilisede küçük bir bağışta bulunup dilek tutarsanız o dileğiniz gerçekleşirmiş, bir deneyin! Hazır bu

bölgeye gelmişken Roma’nın lüks otellerinde bir olan Holiday Inn Crown Plaza’nın(Piazza della

Minerva, 69) muhteşem manzaralı terasında bir kokteyl için. Post modern mimar Portoghesi’nin

Fonseca Konağı’nı otele çevirmek için yaptığı tasarım görülmeye değer.

Trevi Çeşmesi:

Sadece Türklerin ‘’Aşk Çeşmesi’’ diye tanımladığı ‘’Trevi Çeşmesi’’ni Nicola Salvi 1762’de

tamamlamış. O zamanlarda sanat eserlerinde doğa ve mitolojiyle ilgili konuları yansıtmak modaymış.

Trevi bunun en güzel örneklerinden biri. Buraya gelen herkes Roma’ya yeniden dönmek için sırtını

çeşmeye dönüp sağ eliyle sol omzunun üstünden çeşmeye para atıyor. Gelen Türkler ise aşk ile ilgili

dilek tutup para atıyor. Siz içinizden ne geliyorsa onun için dilek tutun. Önemli olan bir dileğinizin,

umudunuzun olması!

Via Veneto:

Trevi’den çıkıp İspanyol Merdivenleri’ne gitmek üzere Barberini Meydanı’ndan geçin ve Via Veneto’ya

çıkın. İtalya Birliği’nin kurulmasından sonra Roma’ya gelecek önemli şahsiyetleri misafir edecek çok

güzel oteller bu cadede inşa edilmiş. En şık lokantaların ve otellerin bulunduğu Via Veneto özellikle

1950-60 yıllarında ‘’Dolce Vita’’nın merkeziymiş. Roma’nın gece hayatı, sinema dünyasının yıldızları ve

onların peşini bırakmayan paparazzileriyle ünlüymüş! Akşam buraya gelip, Fellini’nin gözdesi Doney

Cafe’de(Via Veneto, 141) ya da Harry’s Bar’da(Via Veneto, 150) müzik eşliğinde bir şeyler atıştırıp

içkinizi içebilirsiniz. 1958’den kalma bu restorana ‘’Ben de oradaydım!’’ demek için gidenler bile var.

Harry’s Bar’da Akdeniz mutfağı da var, uluslararası seçenekler de.

İspanyol Merdivenleri(Piazza di Spagna):

Artık Via Sistina’ya gidip İspanyol merdivenlerinin tepesine çıkabilirsiniz. Tam karşınızda moda

dünyasının merkezi sayılan Via Condotti’yle ona paralel şık alışveriş sokakları bulunuyor. En ünlü

İtalyan moda yaratıcılarının mağazaları bu alanda ve dünyanın her tarafından gelen turistlerle dolup

taşıyor! Armani, Valentino, Prada, Gucci, Ferre, Versace, Fendi, Biagiotti, Ferragamo, Trussardi

sizleri bekliyor. İspanyol Merdivenleri mimar Francesco de Sanctis’in tasarımı. Yukarıda Fransa Kralı

XV. Louis tarafından 1510 yılında yaptırılan Trinita dei Monti Kilisesi yer alıyor. Merdivenler,

meydanla kilise arasında bağlantı kurmak için 1725 yılında tamamlanmış. Yazın, temmuz ayında

düzenlenen Sotto le Stelle(Yıldızların Altında) Defilesi’nde, Haute Couture tasarımcılarının

kreasyonlarıyla merdivenlerden inen mankenler için burası ideal bir podyum. İspanyol Merdivenleri

yılın her gününde gençlerin, turistlerin buluştuğu, oturup sohbet ettiği, şarkı söylediği şehrin en

populer yeri.

Via Condotti:

Mağazaların vitrinlerini seyretmek için tur atarken Via Condotti’de 1760 yılında açılan Caffe Greco’da

bir mola verin. Kafe, o zamanlardan beri yabancı sanatçıların gözde buluşma yerlerinden biri olmuş.

Goethe, Gogol, Stendhal, Keats gibi yazarlar, Wagner ve Listz gibi besteciler burada soluklanmış.

Gelmişken arka odaların döşemelerine ve duvarlardaki ünlü müşterilerin fotoğraflarına da bakın.

Unutmayın, İtalya’da kahveyi ayakta içerseniz ucuzdur, oturduğunuz anda fiyat katlanır, bazen birkaç

kez!

Pincio Bahçeleri’nden Vatikan’a…

Pincio Bahçeleri’nin bulunduğu tepede harika bir manzara var. Bahçeler ve aşağıdaki Popolo

Meydanı’nın tasarımını XIX. Yüzyıl başlarında mimar Giuseppe Valadier yapmış. Karşınızdaki manzara

özellikle günbatımında nefes kesici kızıla bürünmüş değişik tarzda kubbeler, çan kuleleri ve teraslar…

Aşık değilseniz burada aşık olursunuz! Yolumuza devam edip Tiber Nehri kenarından Vatikan’a doğru

ilerleyelim. Sağımızdaki anıtsal saray Adalet Sarayı. İtalyan Birliği’nin kurulmasından sonra, Papalık

dönemindeki adaletsizliği geride bırakmak amacıyla yeni hükümeti temsil edecek bir Adalet Sarayı’na

karar verilmiş ve tasarımı 1889-1910 yıllarında mimar Guglielmo Calderini gerçekleştirmiş. Ne var ki

adaletsizliğin devam etmesi ve binanın üslubunun çok ağır olması nedeniyle halk Palazzaccio(Çirkin

Saray) diye adlandırmış. Yapının ön cephesi hukuk ve adalet alanında önemli kişilerin heykelleriyle

süslü. Solumuzda kalan heybetli kale Castello St. Angelo(Kutsal Meleğin Kalesi) diye biliniyor. Burası,

esasında mimariden çok hoşlanan ve binanın tasarımını kendi yapan İmparator Hadrianus’un M.S.

130 yılında kendisi için yaptırdığı anıt mezar. Bina daha sonra papalık tarafından kale olarak

kullanılmış. Biraz ilerideki San Pietro Bazilikasıyla arasında bir bağlantı kurulmuş. Dolayısıyla Papalık

mensupları herhangi bir işgal sırasında kaleden kiliseye veya kiliseden kaleye sığınabilme olağına

kavuşmuş. M.S. 590 yılındaki veba salgını sırasında Papa Gregorio Mango, tanrıdan şifa dilemek için

halkı bir dua yürüyüşüne davet etmiş. O sırada kalenin tepesinde kılıcını kınına sokar vaziyette olan

Baş Melek Mihail görünmüş, felaketin sona erdiğine inanılmış ve tepeye meleğin heykeli konulup

‘’Kutsal Meleğin Kalesi’’ adı verilmiş. Burası ayrıca Puccini’nin ünlü ‘’Tosca Operası’’nın son

sahnesinin geçtiği yer. Kaleyi gezip tepedeki kafede bir çay içebilirsiniz.

Roma’yı ‘’Roma Tatili’’ filminde olduğu gibi bir Vespa’yla dolaşıp keşfedebilirsiniz. Hızlı sürmemek

şartıyla Roma’da Vespa en ideal ulaşım aracı, yoğun trafiğin içinden sıyrılıp ilerlemek de çok eğlenceli!

Ehliyete gerek yok. Ancak trafik kurallarına uyulsun diye harıl harıl ceza yazan belediye persoline ve

her köşedeki levhalara ve park yerlerine dikkat etmek lazım.

ALIŞVERİŞ:

Açık hava pazarlarından hoşlanıyorsanız Trastevere’de kurulan bit pazarı Porta Portese yalnız pazar

günü açık. Aklınıza gelen her şeyi bulabilirsiniz. Antika eşya, giysi, incik boncuk, kitap, oyuncak,

elektronik cihazlar. Pazarlık yapmayı, etrafınızın kapkaççılarla dolu olduğunu sakın unutmayın. Pazar

sabah erkenden başlayıp 14.00 gibi bitiyor. Ayrıca her Pazar günü saat 09.00-19.00 arası İspanyol

Merdivenlerine yakın olan Piazza Augusto İmperatore Meydanın’da eski ve modern eşyalar,

koleksiyon parçaları, dantel ve tablolar satılıyor. Her gün açık olan Fontanella Borghese Meydanı bir

nevi sahaflar çarşısı gibi, antika, yeni kitap, harita ve kartpostal bulabilirsiniz.

NE, NEREDE YENİR?

Roma mutfağında, makarna, pilav, sebze ve domuz var. Nane, fesleğen ve kekik de çok sık

kullanılıyor. Romalılar kahve, şarap ve makarna meraklısı. Makarna olarak Spaghetti alla

carbonara(yumurta beyazı sosu, peynir ve karabiber takviyesi), Fettuccine(et ve domates soslu) ve

Stracci’yi(bir çeşit Canelloni) deneyebilirsiniz. Saltimbocca alla Romana(dana pirzola üzerinde de

domuz jambonu olabilir) ise en lezzetli et yemeklerinden. Yemeğinizi meşhur Roma dondurması ile

taçlandırabilirsiniz. En iyilerinden biri Navona Meydanı’nın ara sokaklarında. En kıvamında kahveyi

Pantheon’a yakın Caffe Tazza d’oro da içebilirsiniz. Roma’nın başkent olduğu Lazio Bölgesi’nde beyaz

şarap üretiliyor. Şişelenmiş şarapların en ünlüsü Frascati. Roma’daki en güzel şeylerden biri

çeşmelerinden rahatça su içebilmek. Pet şişe almanıza hiç lüzum yok, hem otel odasında hem sokakta

rahatça içebilirsiniz.

EĞLENCE ZAMANI:

Roma’nın en iyi festivalleri Estate Romana ve eylül ayında yapılan Beyaz Geceler.

Ketumbar:

24 Via Galvani, Testaccio, 00154 Gençler doğu atmosferi olan ve Buddha Bar’ı çağrıştıran

Testaccio’daki Ketumbar’ı tercih ediyor.

La Suite:

3, Via degli Orti di Trastevere. Trastevere’deki tasarım harikası Ripa Oteli’nin gece kulubü olan La

Suite de gözdele arasında.

Villagio Globale:

Lungotevere Testaccio. Eski mezbaha şık bir gece kulübü olmuş.

Artu Cafe:

Trastevera-Piazza Sant’Egidio. Gençlerin ve turistlerin bir içki için en çok uğradıkları yer!

Villagio Globale:

Lungotevere Testaccio. Eski mezhaba şık bir gece kulubü olmuş.

II Gusto:

Piazza Augusto Imperatore, 9. Akşamları caz var. Bill Clinton saksafon çalmak için buraya gelmişti.

Friends Cafe-Restaurant

Via della Scrofa, 59. Yemek yenilecek, kahve veya bir içki içilecek beş salonu var. Size bir ipucu, saat

19.00’daki açık büfe ücretsiz. Pazartesi günleri kapalı.

Anima:

Via di Santa Maria dell’anima. Merkezde gençlerin en çok rağbet ettiği bar. Gece yarısından sonra

diskoya dönüşüyor.

Antik Çağın İzleri Yedi Tepeli Roma

Venedik Meydanı:

Roma, İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş bir şehir… Roma’yı keşfetmeye önce şehrin kurulduğu

tepe olan Palatinus’dan başlayabilirsiniz. Palatinus’a giderken Venedik Meydanı’ndan geçeceksiniz.

Bu isim buradaki konağın 1455’de Venedikli Kardinal Pietro Barbo tarafından yaptırılmış olmasından

kaynaklanıyor. Halk meydana geldiğinde ‘’Venedikli Kardinal’in Meydanı’’ diye bahsederken geriye

sadece Venedik sözcüğü kalmış! Kardinal daha sonra Papa olunca bina yüz yıl boyunca papaların

konağı haline gelmiş. Sonra Venedik devletinin elçilik binası, Faşizm döneminde Mussoli’nin

karargahı olarak kullanılmış. Cephesindeki balkondan Mussolini meydanda toplanan halka hitap

edermiş. Konak bugün bir sergi sarayı olarak kullanılıyor.

Vittorio Emanuele Anıtı:

Meydanda göze batan bir başka eser ise anıtsal Vittoriano yani İtalyan Birliği’nin kurulmasına büyük

katkıları olan Savoy Kralı Vittorio Emanuele Anıtı. Kral 1878’de ölünce hem onun hem yeni kurulan

İtalya Birliği’nin anısına 1885 ile 1911 yılları arasında mimar Pietro Sacconi tarafından yapılmış.

Bergama’dan Berlin’e götürülen Zeus Altarı’ndan esinlenerek yapıldığı söyleniyor. Anıttaki bronz

heykelin yüksekliği 12 metre ve orta kısımdaki Meçhul Asker Anıtı’nda devamlı nöbet tutan askerler

ile ebedi ateş var. Hem arkadaki Roma tarihini tamamen kapattığı hem de Roma’nın tipik taşı

travertenden değil de beyaz Brescia mermerinden yapıldığından Vittoriano, Romalıların pek

sevmediği bir anıt. ‘’Takma diş’’, ‘’Daktilo’’ veya ‘’Düğün pastası’’ gibi isimler takılmış!

Palatinus Tepesi:

Palatinus Tepesi, Yontma Taş Devri’ne ait yeleşmelerin yer aldığı, daha sonraki dönemlerde de

imparatorluk konaklarının bulunduğu tepe. O yüzden eski Roma’nın Beverly Hill’si gibiymiş. Ağaçlarla

dolu, esintili ve dinlendirici bir yer. Öyle ki 16. Yüzyılın ortalarında Kardinal Alessandro Farnese,

İmparator Tiberius’un bu tepedeki sarayının kalıntılarını satın alıp yıkıntılarını doldurtmuş ve zamanın

meşhur mimarı Vignola’ya güzel bir bahçe yaptırtmış. Bu da kayıtlarda Avrupa’nın ilk botonik

bahçelerinden biri olarak geçiyor! Yapılan kazılar sonucunda M.Ö. 9. Yüzyıla ait kulübe kalıntıları

bulunmuş, arkeolaglar bunların kuruluş döneminden kalma olabileceklerini ileri sürüyor, yani

Romulus Efsanesi’yle bir bağlantı kurulmuş durumda!

Colosseum:

Palatinus Tepesi’nin yakınında, İstanbul’a Konstantinopolis adını veren İmparator Konstantin’in Zafer

Takı var. Konstantin’in M.S. 315’te İmparator Maxentius’a karşı kazandığı zaferden sonra dikilmiş.

Yanında bulunan ve Roma’nın tarihi simgesi olan Colosseum’un asıl adı Flavius Amfitiyatrosu.

Colesseum, İmparator Vespasianus tarafından 72 ile 80 yılları arasında yaptırılmış. Aslında bu alanda,

Julius Hanedanı’nın son imparatoru Neron halkın arazilerine el koyup kendisine altın varaklarla süslü

olmasından dolayı Domus Aurea(Altın ev) adı verilen muazzam bir konak inşa ettirmiş. Palatinus

Tepesi’ndeki konaklarla bir bağlantı kurmak için de yapay bir göl yaptırmış. Bu halkın öfkesine yol

açmış. ’’Yakarım, Roma’yı da yakarım’’ diyen Neron intihar edince yerine Vespasianus geçmiş.

Neron’u unutturmak ve halkın sempatisini kazanmak için gölü kurutmuş. Sonra da halka açık bir

eğlence yerine dönüştürmeye karar vermiş. Seyirci kapasitesi 55 bin olan Colosseum, ilk önce tiyatro

gösterilerini sunmak için yapılmış. Daha sonra gladyatörlerin dövüştüğü arena haline gelmiş. Giriş

ücreti 10 € Colosseum’dan yürüyerek Titus Zafer Takı’na doğru çıkabilirsiniz. Bu tak, M.S. 70 yılında

Yahudilere karşı kazanılan zaferin anısına yaptırılmış. Bulunduğunuz yerden Roma Forumu’nu

seyredebiliriz. Forum eski Roma’da şehrin siyasi, ticari ve hukuki merkeziydi. Bugün kalıntı olarak

gördüğünüz bu yer halkın gününü geçirdiği, toplandığı, sözleştiği cıvıl cıvıl bir alandı. Karşınızdaki tepe

olan Capitolium(Latincede caput baş demek) şehrin dini merkeziydi. M.Ö. 590 yılında baş tanrı

Jüpiter şerefine inşa edilen tapınak, Roma dünyasının merkezi yani caput mundi idi. Tarih boyunca

şehrin siyasi merkezi olarak da kaldı. Karşıdaki bina, M.S. 80 yıllarında Silla zamanında inşa edilen

Tabularium, yani Devlet Arşivi. Bunun kalıntıları üzerine 1299 yılında Senato Binası inşa edilmiş.

Daha sonra 1500’lü yıllarda Rönesans stiline göre yenilenmiş ve bugünkü Roma Belediyesi’nin

merkezi ortaya çıkmış.

Kutsal Yol:

Bulunduğunuz Titus Takı’nın altından geçip Capitolium Tepesi’ndeki Jüpiter Tapınağı’na çıktığınız

yola Kutsal Yol adı verilmiş. Önemli bir zaferden sonra görkemli bir geçit töreni halinde şükretmek

için tapınağa gidilirmiş. Kutsal Yol’dan aşağı indiğinizde sağda İmparator Massentium Bazilikası var.

Bazilikalar, mahkemelerin uygulandığı yapılardı. Konstantin, İmparator Maxentius’u Ponte Milvio

savaşında yendikten sonra bazilikaya kendi adını vermiş. İmparatorluk döneminde birbirine aşık çift

İmparator Antonino ve karısı Faustina’dır. Faustina ölünce, Antonino M.S. 141’de karısının anısına

buradaki tapınağı yaptırmış, tapınağın tepesinde Diva Faustina diye yazdırmış. Kendisi yirmi yıl sonra

öldüğünde Kutsal Antonino yazısı da eklenmiş. Tapınak daha sonra kiliseye çevrilmiş. Hemen

solunuzda Jül Sezar Tapınağı var. Sezar, M.Ö. 44 yılında suikast sonucunda hayatını kaybedince,

cesedinin yakıldığı yerde tapınak yapılmış. Ne zaman gelseniz burada hep taze çicek demetleri

bulursunuz. Yine sağda Bazilika Emilia, senatonun toplandığı Curia ve onun yanında da İstanbul’daki

hipodromu yaptıran Settimio Severo’nun Zafer Takı bulunuyor. Bu tak, M.S. 203 yılında Araplara ve

Partlara karşı elde edilen zafer anısına yapılmış. Hemen yakınındaki Lapis Niger(Siyah Taş),

Romulus’un mezarının bulunduğu yer. Zafer takının solunda tohum ve ekim tanrısı olan Satürn’e ilk

kez M.Ö. 498’de adanmış, daha sonra M.Ö. 42’de tamamen yeniden inşa edilmiş bir tapınak

bulunuyor. Burası aynı zamanda devletin hazinesiydi ve 17-23 Aralık günlerinde Saturnalia denilen

şenlikler yapılırdı.

Via Nova:

Geriye doğru döndüğümüzde, Kutsal Yol’a paralel olan Via Nova’dan geçiyoruz. Hemen sağda Sezar

tarafından M.Ö. 42’de yaptırılan Julius Bazilikası var. Geçmişte mahkemelere herkes katılabilirdi. Boş

gezenler vakit geçirmek için mermer merdivenlere kazılmış damayla oynarlardı. Hemen yandaki

Castore ve Polluce Tapınağı, binicelerin koruyucusu ve Zeus’un ikiz çocukları olan Castore ve

Polluce’ye adanmış bir tapınaktır. Daha ileride dairesel Vesta Tapınağı ve Vesta Bakireleri’nin evi

bulunur. Bakireler kutsal ateşin koruyucularıydı. Bunlar, Pontifex Maximum(Yüce Rahip) tarafından

asil ailelerin altı ile on yaşlarındaki kızları arasında seçilirdi. 30 yıl boyunca hizmet verirlerdi. Bu

sürede yaramazlık yaptıkları takdirde diri diri gömülürlerdi. Neyse ki Vesta geleneği ortadan kalktı,

belki de yeyüzünde kadın kalmazdı!

Circo Massimo:

Antik Roma’da savaşlara katılmayıp şehirde kalan insanların baş kaldırmasını önlemek için onları

meşgul etmek gerekiyordu. Latin yazarlarından Tacitus’un dediği gibi ‘’ Halkı memnun etmek için

yeter ki Panem et Circensem(ekmek ve eğlence) sağla!’’ Dolayısıyla halkın ücretsiz girebildiği

stadyumlar, hipodromlar ve amfitiyatrolar vardı. Halk ünlü gladyatör veya yarışçıların geleceğini

önceden bilip yer tutmak için kuyruğa girerdi. İnsanların çoğu gladyatörlerin güreşlerini vey araba

yarışlarını izlemeyi severdi. Solunuzda uzunca bir çayırlığa benzeyen alanda Roma tarihinin en büyük

hipodrumu olan Circo Massimo, Palatinus ve Aventinus tepelerinin arasındaki vadiye M.Ö. 400

yıllarında kurulmuş. 250 bin kişilik bu yerde bahse giren, heyecanlı ve öfkeli halkın tezahüratını hayal

edebiliyor musunuz? Bugün bu alanda halk yürümeye, dinlenmeye, hoş vakit geçirmeye veya

organize edilen konserleri dinlemeye geliyor.

Aventino Tepesi:

Tarihi bir yana bırakıp mayıs ayında mis gibi gül kokularının yayıldığı belediye gül bahçesinin yanından

şehrin en huzurlu tepesi olan Aventino’ya çıkın. Bu alanda bulunan kiliseler arasında M.S. 422’de

İlliryalı Petrus tarafından yaptırılan, çok yalın S. Sabina Kilisesi’ne bir girin. Biraz ileride, 1765’te

tasarımını mimar Piranesi’nin yaptığı, Malta Şövalyeleri’nin adını taşıyan meydanda Malta

Şövalyeleri Büyük Üstadı’nın konutunun giriş kapısı var. Bronz kapının anahtar deliğinden bakarsanız

bir minyatür gibi S. Pietro Bazilikası’nın kubbesini görebilirsiniz! Orta Çağ’ın güçlü Savelli ailesine ait

kalenin bahçesi, bugün sevgililerin buluştuğu Parco degli Aranci diye biliniyor. Portakal bahçesi

denmesi, 13. Yüzyılda Dominikan mezhebinin kurucusu Aziz Dominik’in buraya İspanya’dan getirttiği

portakal ağaçlarını dikmesinden kaynaklanıyor. Karşınızdaki manzaraya bakın! Altta çınar ağaçları

arasında akan Tiber Nehri, karşıda soldan sağa doğru bakarsanız Trastevere ve Gianicolo Tepesi, San

Pietro Bazilikası’nın görkemli kubbesi ve Yahudi Mahllesi’nde yer alan kare şeklindeki kubbesiyle bir

sinagog…

Trastevere:

Trastevere bir zamanlar gerçek Romalıların oturduğu yer olarak bilinen, genç İtalyanların ve

yabancıların çok rağbet ettiği Roma’nın en eski ve popüler semti. Dapdaracık Orta Çağ sokaklarına

dalın. Burası lokanta, butik, publarla dolup taşan, Roma’da en çok sevilen, rengarenk bir yer! Yaz

akşamları sokakları, lokanta masaları, masaların aralarında şarkı söyleyen şarkıcılar, her türlü eşya

satan işportacılar ve sürü halinde yürüyen turistlerle dolup taşıyor. Aralarda yoğun bir şekilde çalışan

kapkaççıları da unutmamak lazım. Rönesans’ın en meşhur ressamlarından Rafael’in sevgilisi ‘’La

Fornarina’’(adı Margherita, ancak babası fırıncı olduğundan fırıncının kızı denmiş!) Trastevere’de, S.

Dorotea Sokağı’nda 20 numarada otururmuş. Rafeal ile yakınlardaki La Farnesia Villası’nın fresklerini

yaparken tanışmışlar. La Fornarina ressama modellik yapmış ve uzunca bir ilişkileri olmuş. Rafael,

sevgilisinin güzelliğini Meryem Ana’yı tasvir ettiği birçok tabloda ebedileştirmiş! Bu evin arka

bahçesinde ‘’Romolo’’(Via Porta Settiminiana, 8) adlı bir lokanta var. Mum ışığında, melankolik bir

müzik eşliğinde, o meşhur aşıkları anımsayarak yemek yemek ister misiniz? Biraz ilerideki Piazza

Tilussa son yıllarda gençlerin sabahlara kadar ellerinde birayla şişeleriyle toplandıkları bir meydan!

Trastevere’nin özellikle bu kesiminde art arda ufak tefek publar açıldı. S. Maria in Trastevere Kilisesi

3. Yüzyılda Meryem Ana’ya adanan ilk kilise olarak biliniyor. Ön cephedeki mozaikleri ve çan kulesi

12. Yüzyıldan kalma, 1702’de tamamlanan sütunlu girişi ise mimar Carlo Fontana’nın tasarımı.

Meydan eskiden beri Trastevere’nin kalbi sayılmış. Ortasında Carlo Fontana’nın eseri olan sekizgen

çeşme, gençlerin basamaklarında sabhalara kadar oturduğu bir buluşma noktası. Trastevere’nin San

Maria Meydanı’nda oturup bir şeyler atıştırabilirsiniz.

Gianicolo Tepesi:

Burası muhteşe
İtalya’nın Fransa ve İspanya ile birlikte dünyada en çok turist çeken ülkelerden biri olması tesadüf

değil! Venedik’te gondola biner, Milano’da en şık butiklerde alışveriş yapar, Vatikan’da büyülenir,

Sardunya’nın kumsallarında güneşi içinize çeker, Pompei’de geçmişe döner, Dolomiti’lerde kayak

yaparsınız. Ülkede herkese ve her keseye uygun o kadar çok alternatif var ki…

İtalya’ya büyük güç olarak önce Etrüskler gelmiş. M.Ö. 753 yılında Roma cumhuriyeti kurulmuş.

Sezar’ın M.Ö 44’de ölümüyle, yeğeni Oktavianus Augustus, rakipleri Markus Antonius ve

Kleopatra’yı yenerek iktidarı ele geçirmeyi başarmış ve M.S. 27 yılında Roma İmparatorluğu’nu

kurmuş. II. Yüzyıl Roma’nın en parlak dönemi olarak geçiyor. 330 yılında Konstantin, İstanbul’u

başkent yapmış. Batı Roma, Alman Barbarlar tarafından tarihin sayfalarına gömülürken, Doğu Roma

İmparatorluğu varlığını 1453 yılına kadar devam ettirmiş.

Orta Çağ’da İtalya’da güçlü şehir devletleri ortaya çıkmış, Rönesans’ın doğduğu Floransa bunun en

tipik örneği. 16. Yüzyılda ise ülkenin kuzeyi Avusturya kökenli Habsburgların, güneyi İspanyol

Burbonların eline geçmiş.1861’de Kral Vittorio Emanuele bölünen toprakları birleştirmiş.

1925’de iktidarı ele geçiren, 1940’ta da İtalya’yı savaşa sokan Mussolini ülkenin tarihindeki kara

döneme imzasını atmış, bedelini de partizanlar tarafından Nisan 1945’de öldürülerek ödemiş bir faşist

diktatör. İtalya’da en uzun dönem başbakanlık yapan lider ise günümüzde de ikitidarda olan Silvio

Berlusconi.

İtalyanlar’da aile çok önemli. Modern zamanlarda bile bekar İtalyan erkeklerin yüzde 65’i aileleriyle

birlikte yaşıyor. Bunun en büyük sebebi de Katoliklik. İnsanların yüzde 84’ü kendini Katolik Hıristiyan

olarak tanımlıyor. Ülkede ikinci büyük dini grubu, 1,3 milyonluk nüfusları ile Müslümanlar

oluşturuyor. Futbol; milli bir çılgınlık. Juventus, Milanolu AC ve Inter takımları üç büyükleri temsil

ediyor. İtalyanlar tarih boyunca, edebiyat, sanat ve mimaride önü olmuşlar. Verdi, Puccini, Bellini,

Donizetti, Vivaldi ve Rossini gibi müzik alanında yetiştirdikleri sanatçılar da var. Ülkenin 8000

kilometre uzunluğunda sahilleri ve 21 Ulusal Parkı bulunuyor. Çizmenin yaklaşık yüzde 75’i dağlık.

AŞIKLAR ŞEHRİ ROMA:

Üç bin yıllık bir tarihe sahip Roma’ya aşık olmamak imkansız gibi… Roma’yı tersinden okuduğunuzda

bir sürprizle karşılaşıyorsunuz: AMOR yani aşk…

Roma’nın kuruluşuyla ilgili, Romulus ve Remus adlı ikizlerin efsanesini duymuşsunuzdur. Roma’nın 12

km. güneydoğusunda volkanik kökenli Albano tepelerinin bulunduğu yerde, Alba Longa kenti ve

Numitur adlı bir kral varmış. Numitur’un kardeşi Amulius tahta göz dikmiş, abisini devirmiş ve tahtı

güvenceye almak için abisinin kızı Rhea Silvia’a evlenmeyeceğine dair yemin ettirmiş. Evlenirse

doğacak çocuklarla aynı sorunu yaşamaktan korkmuş. Ancak savaş tanrısı Mars, Rhea Silvia’a

sırılsıklam aşık olmuş ve Rhea Silvia hamile kalmış. Çocuklar dünyaya gelince haberi alan Amulius

çılgına dönmüş, bebekleri kaçırıp, bir sandığa koydurup Tiber Nehri’ne attırmış. Sandık kıyıya

vardığında çocukları gören bir dişi kurt onları kendi yavrusuymuş gibi sütüyle beslemiş. Eski Kral

Numitur’un çobanı, Faustulus ikizleri bulmuş ve karısına götürmüş. Onlara Romulus ve Remus

adlarını verip öz çocukları gibi büyütmüşler. Yıllar sonra çocukların her ikisi de serüvenci bir çoban

çetesinin başına geçmiş. Bir gün Romulus yakalanmış ve cezalandırılmak üzere kralın huzuruna

çıkarılmış. Eski kral da orada olduğundan, onun hiç de çobana benzemediğini görüp genç adamı

sorguya çekmiş ve kim olduğunu anlamış. İkizler amcaları Amulius’u öldürüp tahtı büyükbabaları

Numitur’a geri vermişler. Bir kent kurmaya karar veren Romulus ve Remus dişi kurdun onları emzirip

büyüttüğü Palatinus Tepesi’ni seçmişler. Romulus tepenin çevresine bir duvar yapmaya karar vermiş.

Remus yaptığı duvarın çok alçak olduğunu ileri sürerek kardeşi ie alay etmiş ve bunu kanıtlamak için

üstünden atlamış. Buna çak kızan Romulus öfkesinden kardeşi Remus’u öldürmüş, kuracağı kentin

yapımını sürdürüp ve kendi adından esinlenerek Roma adını vermiş. Roma’nın doğum günü M.Ö 21

Nisan 753 olarak kabul ediliyor. Roma’nın ilk imparatoru Oktavianus Augustus döneminde Latin

yazarı Virjilius M.Ö. 29-19 yıllarında Roma gelenekleriyle Yunan kültürünü birleştirerek L’Eneide-

Aineias Destanı’nı yazmış. Bu destanda Troya kahramanı Enea’nın yaşlı babası Anhises, oğlu Ascanios

ve hayatta kalmış az sayıdaki insanla Troya’yı terk ederek yeni bir yurt bulmak üzere gemiyle

kaçmaları, binbir serüvenden sonra Lazio bölgesinin kıyılarına varmaları, oradaki kabilerle savaşmaları

ve oğul Ascanios’un Alba Longa şehrini kurması anlatılır. Bu arada Troya kahramanı Enea, Akdeniz’in

sularında doğan aşk ve güzellik tanrıçası Venüs’ün oğlu olarak geçiyor.

Venüs ve Roma hep bir arada olmuşlar. Öyle ki şehrin en büyük tapınağı, M.S. 135 yılında İmparator

Hadrianus tarafından tasarlanıp Remus’un atası, Enea’nın annesi Venüs’e adanmış.

ROMA’NIN YILDIZLARI:

Campo dei Fiori Meydanı:

Tiber Nehri kenarına inip Roma’nın renkli ve şen meydanlarından Campo dei Fiori’ye uğrayabilirsiniz.

Burası saat 14.00’e kadar rengarenk bir açık hava pazarı, daha sonra pub, lokanta ve pizzacıları

turistlerin istilasına uğruyor!

Campo dei Fiori eski roma kalıntılarının üzerine kurulmuş binaların, Orta Çağ hanlarının ve Rönesans

Konaklarının birarada bulunduğu cıvıl cıvıl bir semt! Meydanın ortasındaki bronz heykel ise 17 Şubat

1600 yılında kiliseye aykırı düşüncelerini açıkladığı için burada diri diri yakılan rahip filozof Giordana

Bruno’nun heykeli. Düşünce özgürlüğünü savunmak ve bu tür olayların tekrar olmamasını dilemek

için, her sene 17 Şubat günü Giordana Bruno burada anılıyor. Campe dei Fiori’nin hemen yanında

gayat şık, İtalya’nın mimari alanda en hoş meydanlarından biri olan Farnesa Meydanı var. Bugün

Fransız Büyükelçiliği olan Farnese Konağı’nın inşaatını III. Paolo olarak Papa seçilen Kardinal

Alessandro Farnesa 1514’te başlatmış. Michelangelo ve Della Porta gibi mimarlar da yapım

aşamasında görev almış. Meydanın iki tarafındaki çeşmeler, Caracalla Hamamları’ından alınmış granit

havuzlardan oluşuyor. Bu meydandaki sıcak atmosferi, nefis mutfağı ve mükemmel servisiyle

Ristorante Camponeschi’de bir akşam yemeği yiyebilir ya da köşesindeki Wine Bar’da bir aperatif

alabilirsiniz. Bu arada yıllarca Türkiye’de çalışmış Arubalı müzisyen Ronny Grant oradaysa rica edin,

size ‘’Üsküdar’a giderken…’’ i çalsın.

Navona Meydanı:

Meydan, Campo dei Fiori’ye çok yakın. M.S. 86 yılında İmparator Domitian halkın sempatisini

kazanmak için 33 bin kişilik bir Campus Agonis(Yarış Alanı) yaptırmış. Meydanın etrafındaki binalar o

stadyumun sıralarının bulunduğu yerin üzerine inşa edilmiş. Meydan Barok döneminin en güzel

örneklerinden biri. Ortada mimar Bernini’nin dünyanın dört büyük nehrini(Ganj, Nil, Tuna, Rio de la

Plata) betimleyen çalışması ve iki yanında da çeşmeler var. Bu meydana günün her saatinde uğramak

mümkün. Meydanın etrafındaki fiyatları yüksek kafe ve lokantalar devamlı açık. Sabah bir capuccino,

öğle veya akşam yemeği veya sadece bir içki için buyurun. Yeter ki meydanda şöyle bir oturup keyif

çatın! Meydanın bir özelliği de eserlerini sergileyen ressamlar ve karikatüristler… Meydan yakınındaki

Giolitti’de dondurma yemeyi ihmal etmeyin.

Pantheon:

Pantheon, M.Ö. 27 yılında Atium Savaşı zaferi için bütün tanrılara şükretmek amacıyla Augustus’un

damadı M.Agrippa tarafından yaptırılmış. Daha sonra bir yangına kurban gidince İmparator

Hadrianus M.S 118’de yeniden inşa ettirmiş. 43 metre çapındaki kubbesi ve ortasındaki tek ışık

kaynağı olan açıklığıyla Roma mimarisinin bir harikası olarak bugünlere kalabilmiş. Bunun sebebi

Bizans İmparatoru Foca’nın M.S. 608’de Pantheon’u, Papa IV. Bonifacio’ya bağışlaması ve Papa’nın

da tapınağı Meryem Ana’ya adanmış bir kilseye çevirmiş olması. Daracık Orta Çağ sokaklarından bu

meydana çıktığınızda böyle devasa eserle karşılaşmak Roma’nın hoş bir sürprizi. Roma’yı bir açık hava

müzesi olarak gezmek gerek. Her yerinde Antik Çağ’dan kalma bir eser, çeşmeler, her biri bir sanat

eseri olan kiliseler var. Üstelik çoğu da ücretsiz. Roma’dayken kiliselere hem sanat eserlerine bir göz

atmak hem içinizden geliyorsa dua etmek veya dilek tutmak için girin. Rivayete göre ilk kez girdiğiniz

bir kilisede küçük bir bağışta bulunup dilek tutarsanız o dileğiniz gerçekleşirmiş, bir deneyin! Hazır bu

bölgeye gelmişken Roma’nın lüks otellerinde bir olan Holiday Inn Crown Plaza’nın(Piazza della

Minerva, 69) muhteşem manzaralı terasında bir kokteyl için. Post modern mimar Portoghesi’nin

Fonseca Konağı’nı otele çevirmek için yaptığı tasarım görülmeye değer.

Trevi Çeşmesi:

Sadece Türklerin ‘’Aşk Çeşmesi’’ diye tanımladığı ‘’Trevi Çeşmesi’’ni Nicola Salvi 1762’de

tamamlamış. O zamanlarda sanat eserlerinde doğa ve mitolojiyle ilgili konuları yansıtmak modaymış.

Trevi bunun en güzel örneklerinden biri. Buraya gelen herkes Roma’ya yeniden dönmek için sırtını

çeşmeye dönüp sağ eliyle sol omzunun üstünden çeşmeye para atıyor. Gelen Türkler ise aşk ile ilgili

dilek tutup para atıyor. Siz içinizden ne geliyorsa onun için dilek tutun. Önemli olan bir dileğinizin,

umudunuzun olması!

Via Veneto:

Trevi’den çıkıp İspanyol Merdivenleri’ne gitmek üzere Barberini Meydanı’ndan geçin ve Via Veneto’ya

çıkın. İtalya Birliği’nin kurulmasından sonra Roma’ya gelecek önemli şahsiyetleri misafir edecek çok

güzel oteller bu cadede inşa edilmiş. En şık lokantaların ve otellerin bulunduğu Via Veneto özellikle

1950-60 yıllarında ‘’Dolce Vita’’nın merkeziymiş. Roma’nın gece hayatı, sinema dünyasının yıldızları ve

onların peşini bırakmayan paparazzileriyle ünlüymüş! Akşam buraya gelip, Fellini’nin gözdesi Doney

Cafe’de(Via Veneto, 141) ya da Harry’s Bar’da(Via Veneto, 150) müzik eşliğinde bir şeyler atıştırıp

içkinizi içebilirsiniz. 1958’den kalma bu restorana ‘’Ben de oradaydım!’’ demek için gidenler bile var.

Harry’s Bar’da Akdeniz mutfağı da var, uluslararası seçenekler de.

İspanyol Merdivenleri(Piazza di Spagna):

Artık Via Sistina’ya gidip İspanyol merdivenlerinin tepesine çıkabilirsiniz. Tam karşınızda moda

dünyasının merkezi sayılan Via Condotti’yle ona paralel şık alışveriş sokakları bulunuyor. En ünlü

İtalyan moda yaratıcılarının mağazaları bu alanda ve dünyanın her tarafından gelen turistlerle dolup

taşıyor! Armani, Valentino, Prada, Gucci, Ferre, Versace, Fendi, Biagiotti, Ferragamo, Trussardi

sizleri bekliyor. İspanyol Merdivenleri mimar Francesco de Sanctis’in tasarımı. Yukarıda Fransa Kralı

XV. Louis tarafından 1510 yılında yaptırılan Trinita dei Monti Kilisesi yer alıyor. Merdivenler,

meydanla kilise arasında bağlantı kurmak için 1725 yılında tamamlanmış. Yazın, temmuz ayında

düzenlenen Sotto le Stelle(Yıldızların Altında) Defilesi’nde, Haute Couture tasarımcılarının

kreasyonlarıyla merdivenlerden inen mankenler için burası ideal bir podyum. İspanyol Merdivenleri

yılın her gününde gençlerin, turistlerin buluştuğu, oturup sohbet ettiği, şarkı söylediği şehrin en

populer yeri.

Via Condotti:

Mağazaların vitrinlerini seyretmek için tur atarken Via Condotti’de 1760 yılında açılan Caffe Greco’da

bir mola verin. Kafe, o zamanlardan beri yabancı sanatçıların gözde buluşma yerlerinden biri olmuş.

Goethe, Gogol, Stendhal, Keats gibi yazarlar, Wagner ve Listz gibi besteciler burada soluklanmış.

Gelmişken arka odaların döşemelerine ve duvarlardaki ünlü müşterilerin fotoğraflarına da bakın.

Unutmayın, İtalya’da kahveyi ayakta içerseniz ucuzdur, oturduğunuz anda fiyat katlanır, bazen birkaç

kez!

Pincio Bahçeleri’nden Vatikan’a…

Pincio Bahçeleri’nin bulunduğu tepede harika bir manzara var. Bahçeler ve aşağıdaki Popolo

Meydanı’nın tasarımını XIX. Yüzyıl başlarında mimar Giuseppe Valadier yapmış. Karşınızdaki manzara

özellikle günbatımında nefes kesici kızıla bürünmüş değişik tarzda kubbeler, çan kuleleri ve teraslar…

Aşık değilseniz burada aşık olursunuz! Yolumuza devam edip Tiber Nehri kenarından Vatikan’a doğru

ilerleyelim. Sağımızdaki anıtsal saray Adalet Sarayı. İtalyan Birliği’nin kurulmasından sonra, Papalık

dönemindeki adaletsizliği geride bırakmak amacıyla yeni hükümeti temsil edecek bir Adalet Sarayı’na

karar verilmiş ve tasarımı 1889-1910 yıllarında mimar Guglielmo Calderini gerçekleştirmiş. Ne var ki

adaletsizliğin devam etmesi ve binanın üslubunun çok ağır olması nedeniyle halk Palazzaccio(Çirkin

Saray) diye adlandırmış. Yapının ön cephesi hukuk ve adalet alanında önemli kişilerin heykelleriyle

süslü. Solumuzda kalan heybetli kale Castello St. Angelo(Kutsal Meleğin Kalesi) diye biliniyor. Burası,

esasında mimariden çok hoşlanan ve binanın tasarımını kendi yapan İmparator Hadrianus’un M.S.

130 yılında kendisi için yaptırdığı anıt mezar. Bina daha sonra papalık tarafından kale olarak

kullanılmış. Biraz ilerideki San Pietro Bazilikasıyla arasında bir bağlantı kurulmuş. Dolayısıyla Papalık

mensupları herhangi bir işgal sırasında kaleden kiliseye veya kiliseden kaleye sığınabilme olağına

kavuşmuş. M.S. 590 yılındaki veba salgını sırasında Papa Gregorio Mango, tanrıdan şifa dilemek için

halkı bir dua yürüyüşüne davet etmiş. O sırada kalenin tepesinde kılıcını kınına sokar vaziyette olan

Baş Melek Mihail görünmüş, felaketin sona erdiğine inanılmış ve tepeye meleğin heykeli konulup

‘’Kutsal Meleğin Kalesi’’ adı verilmiş. Burası ayrıca Puccini’nin ünlü ‘’Tosca Operası’’nın son

sahnesinin geçtiği yer. Kaleyi gezip tepedeki kafede bir çay içebilirsiniz.

Roma’yı ‘’Roma Tatili’’ filminde olduğu gibi bir Vespa’yla dolaşıp keşfedebilirsiniz. Hızlı sürmemek

şartıyla Roma’da Vespa en ideal ulaşım aracı, yoğun trafiğin içinden sıyrılıp ilerlemek de çok eğlenceli!

Ehliyete gerek yok. Ancak trafik kurallarına uyulsun diye harıl harıl ceza yazan belediye persoline ve

her köşedeki levhalara ve park yerlerine dikkat etmek lazım.

ALIŞVERİŞ:

Açık hava pazarlarından hoşlanıyorsanız Trastevere’de kurulan bit pazarı Porta Portese yalnız pazar

günü açık. Aklınıza gelen her şeyi bulabilirsiniz. Antika eşya, giysi, incik boncuk, kitap, oyuncak,

elektronik cihazlar. Pazarlık yapmayı, etrafınızın kapkaççılarla dolu olduğunu sakın unutmayın. Pazar

sabah erkenden başlayıp 14.00 gibi bitiyor. Ayrıca her Pazar günü saat 09.00-19.00 arası İspanyol

Merdivenlerine yakın olan Piazza Augusto İmperatore Meydanın’da eski ve modern eşyalar,

koleksiyon parçaları, dantel ve tablolar satılıyor. Her gün açık olan Fontanella Borghese Meydanı bir

nevi sahaflar çarşısı gibi, antika, yeni kitap, harita ve kartpostal bulabilirsiniz.

NE, NEREDE YENİR?

Roma mutfağında, makarna, pilav, sebze ve domuz var. Nane, fesleğen ve kekik de çok sık

kullanılıyor. Romalılar kahve, şarap ve makarna meraklısı. Makarna olarak Spaghetti alla

carbonara(yumurta beyazı sosu, peynir ve karabiber takviyesi), Fettuccine(et ve domates soslu) ve

Stracci’yi(bir çeşit Canelloni) deneyebilirsiniz. Saltimbocca alla Romana(dana pirzola üzerinde de

domuz jambonu olabilir) ise en lezzetli et yemeklerinden. Yemeğinizi meşhur Roma dondurması ile

taçlandırabilirsiniz. En iyilerinden biri Navona Meydanı’nın ara sokaklarında. En kıvamında kahveyi

Pantheon’a yakın Caffe Tazza d’oro da içebilirsiniz. Roma’nın başkent olduğu Lazio Bölgesi’nde beyaz

şarap üretiliyor. Şişelenmiş şarapların en ünlüsü Frascati. Roma’daki en güzel şeylerden biri

çeşmelerinden rahatça su içebilmek. Pet şişe almanıza hiç lüzum yok, hem otel odasında hem sokakta

rahatça içebilirsiniz.

EĞLENCE ZAMANI:

Roma’nın en iyi festivalleri Estate Romana ve eylül ayında yapılan Beyaz Geceler.

Ketumbar:

24 Via Galvani, Testaccio, 00154 Gençler doğu atmosferi olan ve Buddha Bar’ı çağrıştıran

Testaccio’daki Ketumbar’ı tercih ediyor.

La Suite:

3, Via degli Orti di Trastevere. Trastevere’deki tasarım harikası Ripa Oteli’nin gece kulubü olan La

Suite de gözdele arasında.

Villagio Globale:

Lungotevere Testaccio. Eski mezbaha şık bir gece kulübü olmuş.

Artu Cafe:

Trastevera-Piazza Sant’Egidio. Gençlerin ve turistlerin bir içki için en çok uğradıkları yer!

Villagio Globale:

Lungotevere Testaccio. Eski mezhaba şık bir gece kulubü olmuş.

II Gusto:

Piazza Augusto Imperatore, 9. Akşamları caz var. Bill Clinton saksafon çalmak için buraya gelmişti.

Friends Cafe-Restaurant

Via della Scrofa, 59. Yemek yenilecek, kahve veya bir içki içilecek beş salonu var. Size bir ipucu, saat

19.00’daki açık büfe ücretsiz. Pazartesi günleri kapalı.

Anima:

Via di Santa Maria dell’anima. Merkezde gençlerin en çok rağbet ettiği bar. Gece yarısından sonra

diskoya dönüşüyor.

Antik Çağın İzleri Yedi Tepeli Roma

Venedik Meydanı:

Roma, İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş bir şehir… Roma’yı keşfetmeye önce şehrin kurulduğu

tepe olan Palatinus’dan başlayabilirsiniz. Palatinus’a giderken Venedik Meydanı’ndan geçeceksiniz.

Bu isim buradaki konağın 1455’de Venedikli Kardinal Pietro Barbo tarafından yaptırılmış olmasından

kaynaklanıyor. Halk meydana geldiğinde ‘’Venedikli Kardinal’in Meydanı’’ diye bahsederken geriye

sadece Venedik sözcüğü kalmış! Kardinal daha sonra Papa olunca bina yüz yıl boyunca papaların

konağı haline gelmiş. Sonra Venedik devletinin elçilik binası, Faşizm döneminde Mussoli’nin

karargahı olarak kullanılmış. Cephesindeki balkondan Mussolini meydanda toplanan halka hitap

edermiş. Konak bugün bir sergi sarayı olarak kullanılıyor.

Vittorio Emanuele Anıtı:

Meydanda göze batan bir başka eser ise anıtsal Vittoriano yani İtalyan Birliği’nin kurulmasına büyük

katkıları olan Savoy Kralı Vittorio Emanuele Anıtı. Kral 1878’de ölünce hem onun hem yeni kurulan

İtalya Birliği’nin anısına 1885 ile 1911 yılları arasında mimar Pietro Sacconi tarafından yapılmış.

Bergama’dan Berlin’e götürülen Zeus Altarı’ndan esinlenerek yapıldığı söyleniyor. Anıttaki bronz

heykelin yüksekliği 12 metre ve orta kısımdaki Meçhul Asker Anıtı’nda devamlı nöbet tutan askerler

ile ebedi ateş var. Hem arkadaki Roma tarihini tamamen kapattığı hem de Roma’nın tipik taşı

travertenden değil de beyaz Brescia mermerinden yapıldığından Vittoriano, Romalıların pek

sevmediği bir anıt. ‘’Takma diş’’, ‘’Daktilo’’ veya ‘’Düğün pastası’’ gibi isimler takılmış!

Palatinus Tepesi:

Palatinus Tepesi, Yontma Taş Devri’ne ait yeleşmelerin yer aldığı, daha sonraki dönemlerde de

imparatorluk konaklarının bulunduğu tepe. O yüzden eski Roma’nın Beverly Hill’si gibiymiş. Ağaçlarla

dolu, esintili ve dinlendirici bir yer. Öyle ki 16. Yüzyılın ortalarında Kardinal Alessandro Farnese,

İmparator Tiberius’un bu tepedeki sarayının kalıntılarını satın alıp yıkıntılarını doldurtmuş ve zamanın

meşhur mimarı Vignola’ya güzel bir bahçe yaptırtmış. Bu da kayıtlarda Avrupa’nın ilk botonik

bahçelerinden biri olarak geçiyor! Yapılan kazılar sonucunda M.Ö. 9. Yüzyıla ait kulübe kalıntıları

bulunmuş, arkeolaglar bunların kuruluş döneminden kalma olabileceklerini ileri sürüyor, yani

Romulus Efsanesi’yle bir bağlantı kurulmuş durumda!

Colosseum:

Palatinus Tepesi’nin yakınında, İstanbul’a Konstantinopolis adını veren İmparator Konstantin’in Zafer

Takı var. Konstantin’in M.S. 315’te İmparator Maxentius’a karşı kazandığı zaferden sonra dikilmiş.

Yanında bulunan ve Roma’nın tarihi simgesi olan Colosseum’un asıl adı Flavius Amfitiyatrosu.

Colesseum, İmparator Vespasianus tarafından 72 ile 80 yılları arasında yaptırılmış. Aslında bu alanda,

Julius Hanedanı’nın son imparatoru Neron halkın arazilerine el koyup kendisine altın varaklarla süslü

olmasından dolayı Domus Aurea(Altın ev) adı verilen muazzam bir konak inşa ettirmiş. Palatinus

Tepesi’ndeki konaklarla bir bağlantı kurmak için de yapay bir göl yaptırmış. Bu halkın öfkesine yol

açmış. ’’Yakarım, Roma’yı da yakarım’’ diyen Neron intihar edince yerine Vespasianus geçmiş.

Neron’u unutturmak ve halkın sempatisini kazanmak için gölü kurutmuş. Sonra da halka açık bir

eğlence yerine dönüştürmeye karar vermiş. Seyirci kapasitesi 55 bin olan Colosseum, ilk önce tiyatro

gösterilerini sunmak için yapılmış. Daha sonra gladyatörlerin dövüştüğü arena haline gelmiş. Giriş

ücreti 10 € Colosseum’dan yürüyerek Titus Zafer Takı’na doğru çıkabilirsiniz. Bu tak, M.S. 70 yılında

Yahudilere karşı kazanılan zaferin anısına yaptırılmış. Bulunduğunuz yerden Roma Forumu’nu

seyredebiliriz. Forum eski Roma’da şehrin siyasi, ticari ve hukuki merkeziydi. Bugün kalıntı olarak

gördüğünüz bu yer halkın gününü geçirdiği, toplandığı, sözleştiği cıvıl cıvıl bir alandı. Karşınızdaki tepe

olan Capitolium(Latincede caput baş demek) şehrin dini merkeziydi. M.Ö. 590 yılında baş tanrı

Jüpiter şerefine inşa edilen tapınak, Roma dünyasının merkezi yani caput mundi idi. Tarih boyunca

şehrin siyasi merkezi olarak da kaldı. Karşıdaki bina, M.S. 80 yıllarında Silla zamanında inşa edilen

Tabularium, yani Devlet Arşivi. Bunun kalıntıları üzerine 1299 yılında Senato Binası inşa edilmiş.

Daha sonra 1500’lü yıllarda Rönesans stiline göre yenilenmiş ve bugünkü Roma Belediyesi’nin

merkezi ortaya çıkmış.

Kutsal Yol:

Bulunduğunuz Titus Takı’nın altından geçip Capitolium Tepesi’ndeki Jüpiter Tapınağı’na çıktığınız

yola Kutsal Yol adı verilmiş. Önemli bir zaferden sonra görkemli bir geçit töreni halinde şükretmek

için tapınağa gidilirmiş. Kutsal Yol’dan aşağı indiğinizde sağda İmparator Massentium Bazilikası var.

Bazilikalar, mahkemelerin uygulandığı yapılardı. Konstantin, İmparator Maxentius’u Ponte Milvio

savaşında yendikten sonra bazilikaya kendi adını vermiş. İmparatorluk döneminde birbirine aşık çift

İmparator Antonino ve karısı Faustina’dır. Faustina ölünce, Antonino M.S. 141’de karısının anısına

buradaki tapınağı yaptırmış, tapınağın tepesinde Diva Faustina diye yazdırmış. Kendisi yirmi yıl sonra

öldüğünde Kutsal Antonino yazısı da eklenmiş. Tapınak daha sonra kiliseye çevrilmiş. Hemen

solunuzda Jül Sezar Tapınağı var. Sezar, M.Ö. 44 yılında suikast sonucunda hayatını kaybedince,

cesedinin yakıldığı yerde tapınak yapılmış. Ne zaman gelseniz burada hep taze çicek demetleri

bulursunuz. Yine sağda Bazilika Emilia, senatonun toplandığı Curia ve onun yanında da İstanbul’daki

hipodromu yaptıran Settimio Severo’nun Zafer Takı bulunuyor. Bu tak, M.S. 203 yılında Araplara ve

Partlara karşı elde edilen zafer anısına yapılmış. Hemen yakınındaki Lapis Niger(Siyah Taş),

Romulus’un mezarının bulunduğu yer. Zafer takının solunda tohum ve ekim tanrısı olan Satürn’e ilk

kez M.Ö. 498’de adanmış, daha sonra M.Ö. 42’de tamamen yeniden inşa edilmiş bir tapınak

bulunuyor. Burası aynı zamanda devletin hazinesiydi ve 17-23 Aralık günlerinde Saturnalia denilen

şenlikler yapılırdı.

Via Nova:

Geriye doğru döndüğümüzde, Kutsal Yol’a paralel olan Via Nova’dan geçiyoruz. Hemen sağda Sezar

tarafından M.Ö. 42’de yaptırılan Julius Bazilikası var. Geçmişte mahkemelere herkes katılabilirdi. Boş

gezenler vakit geçirmek için mermer merdivenlere kazılmış damayla oynarlardı. Hemen yandaki

Castore ve Polluce Tapınağı, binicelerin koruyucusu ve Zeus’un ikiz çocukları olan Castore ve

Polluce’ye adanmış bir tapınaktır. Daha ileride dairesel Vesta Tapınağı ve Vesta Bakireleri’nin evi

bulunur. Bakireler kutsal ateşin koruyucularıydı. Bunlar, Pontifex Maximum(Yüce Rahip) tarafından

asil ailelerin altı ile on yaşlarındaki kızları arasında seçilirdi. 30 yıl boyunca hizmet verirlerdi. Bu

sürede yaramazlık yaptıkları takdirde diri diri gömülürlerdi. Neyse ki Vesta geleneği ortadan kalktı,

belki de yeyüzünde kadın kalmazdı!

Circo Massimo:

Antik Roma’da savaşlara katılmayıp şehirde kalan insanların baş kaldırmasını önlemek için onları

meşgul etmek gerekiyordu. Latin yazarlarından Tacitus’un dediği gibi ‘’ Halkı memnun etmek için

yeter ki Panem et Circensem(ekmek ve eğlence) sağla!’’ Dolayısıyla halkın ücretsiz girebildiği

stadyumlar, hipodromlar ve amfitiyatrolar vardı. Halk ünlü gladyatör veya yarışçıların geleceğini

önceden bilip yer tutmak için kuyruğa girerdi. İnsanların çoğu gladyatörlerin güreşlerini vey araba

yarışlarını izlemeyi severdi. Solunuzda uzunca bir çayırlığa benzeyen alanda Roma tarihinin en büyük

hipodrumu olan Circo Massimo, Palatinus ve Aventinus tepelerinin arasındaki vadiye M.Ö. 400

yıllarında kurulmuş. 250 bin kişilik bu yerde bahse giren, heyecanlı ve öfkeli halkın tezahüratını hayal

edebiliyor musunuz? Bugün bu alanda halk yürümeye, dinlenmeye, hoş vakit geçirmeye veya

organize edilen konserleri dinlemeye geliyor.

Aventino Tepesi:

Tarihi bir yana bırakıp mayıs ayında mis gibi gül kokularının yayıldığı belediye gül bahçesinin yanından

şehrin en huzurlu tepesi olan Aventino’ya çıkın. Bu alanda bulunan kiliseler arasında M.S. 422’de

İlliryalı Petrus tarafından yaptırılan, çok yalın S. Sabina Kilisesi’ne bir girin. Biraz ileride, 1765’te

tasarımını mimar Piranesi’nin yaptığı, Malta Şövalyeleri’nin adını taşıyan meydanda Malta

Şövalyeleri Büyük Üstadı’nın konutunun giriş kapısı var. Bronz kapının anahtar deliğinden bakarsanız

bir minyatür gibi S. Pietro Bazilikası’nın kubbesini görebilirsiniz! Orta Çağ’ın güçlü Savelli ailesine ait

kalenin bahçesi, bugün sevgililerin buluştuğu Parco degli Aranci diye biliniyor. Portakal bahçesi

denmesi, 13. Yüzyılda Dominikan mezhebinin kurucusu Aziz Dominik’in buraya İspanya’dan getirttiği

portakal ağaçlarını dikmesinden kaynaklanıyor. Karşınızdaki manzaraya bakın! Altta çınar ağaçları

arasında akan Tiber Nehri, karşıda soldan sağa doğru bakarsanız Trastevere ve Gianicolo Tepesi, San

Pietro Bazilikası’nın görkemli kubbesi ve Yahudi Mahllesi’nde yer alan kare şeklindeki kubbesiyle bir

sinagog…

Trastevere:

Trastevere bir zamanlar gerçek Romalıların oturduğu yer olarak bilinen, genç İtalyanların ve

yabancıların çok rağbet ettiği Roma’nın en eski ve popüler semti. Dapdaracık Orta Çağ sokaklarına

dalın. Burası lokanta, butik, publarla dolup taşan, Roma’da en çok sevilen, rengarenk bir yer! Yaz

akşamları sokakları, lokanta masaları, masaların aralarında şarkı söyleyen şarkıcılar, her türlü eşya

satan işportacılar ve sürü halinde yürüyen turistlerle dolup taşıyor. Aralarda yoğun bir şekilde çalışan

kapkaççıları da unutmamak lazım. Rönesans’ın en meşhur ressamlarından Rafael’in sevgilisi ‘’La

Fornarina’’(adı Margherita, ancak babası fırıncı olduğundan fırıncının kızı denmiş!) Trastevere’de, S.

Dorotea Sokağı’nda 20 numarada otururmuş. Rafeal ile yakınlardaki La Farnesia Villası’nın fresklerini

yaparken tanışmışlar. La Fornarina ressama modellik yapmış ve uzunca bir ilişkileri olmuş. Rafael,

sevgilisinin güzelliğini Meryem Ana’yı tasvir ettiği birçok tabloda ebedileştirmiş! Bu evin arka

bahçesinde ‘’Romolo’’(Via Porta Settiminiana, 8) adlı bir lokanta var. Mum ışığında, melankolik bir

müzik eşliğinde, o meşhur aşıkları anımsayarak yemek yemek ister misiniz? Biraz ilerideki Piazza

Tilussa son yıllarda gençlerin sabahlara kadar ellerinde birayla şişeleriyle toplandıkları bir meydan!

Trastevere’nin özellikle bu kesiminde art arda ufak tefek publar açıldı. S. Maria in Trastevere Kilisesi

3. Yüzyılda Meryem Ana’ya adanan ilk kilise olarak biliniyor. Ön cephedeki mozaikleri ve çan kulesi

12. Yüzyıldan kalma, 1702’de tamamlanan sütunlu girişi ise mimar Carlo Fontana’nın tasarımı.

Meydan eskiden beri Trastevere’nin kalbi sayılmış. Ortasında Carlo Fontana’nın eseri olan sekizgen

çeşme, gençlerin basamaklarında sabhalara kadar oturduğu bir buluşma noktası. Trastevere’nin San

Maria Meydanı’nda oturup bir şeyler atıştırabilirsiniz.

Gianicolo Tepesi:

Burası muhteşem manzarısıyla eskiden beri şairlerin, ressamların ilham için geldikleri bir tepe.

Ağaçlarla kaplı bu yemyeşil tepenin simgesi olan aşıklar Garibaldi ve karısı Anita’dır! 1849’da

Garibaldı yanı başında savaşan karısı Anita ve ordusu, Fransız ordularını burada durdurunca tepe

Garibaldi ve adamlarına adanmış. Meydanın ortasında Roma’ya doğru bakan atın üzerinde

Garibaldi’nin bronz heykeli biraz ileride şaha kalkmış bir atın üzerinde sağ elinde tabanca, sol elinde

küçük çocuğu Menotti’yle Anita var. Ayrıca tepeye çıkan yol boyunca vaktinde İstanbul’da da

yaşamış olan Garibaldi’nin adamlarının büstleri dizilmiş. Buradan Roma’nın nefes kesici panoramasını

hem gece hem gündüz seyretmek gerekiyor. Köşedeki kafeden bir kadeh şampanya alıp Roma’nın

şerefine içebilirsiniz!

Monte Mario Tepesi:

Buraya yalnızca aşıklar gelir… Ana caddeden kafeye çıkan yolun adı da ’’Via degli Innamorati’’(Aşıklar

yolu). Monte Mario Tepesi’nde Lo Zodiaco(Viale Parco Mellini, 90) lokantası ve kafesi var.m manzarısıyla eskiden beri şairlerin, ressamların ilham için geldikleri bir tepe.

Ağaçlarla kaplı bu yemyeşil tepenin simgesi olan aşıklar Garibaldi ve karısı Anita’dır! 1849’da

Garibaldı yanı başında savaşan karısı Anita ve ordusu, Fransız ordularını burada durdurunca tepe

Garibaldi ve adamlarına adanmış. Meydanın ortasında Roma’ya doğru bakan atın üzerinde

Garibaldi’nin bronz heykeli biraz ileride şaha kalkmış bir atın üzerinde sağ elinde tabanca, sol elinde

küçük çocuğu Menotti’yle Anita var. Ayrıca tepeye çıkan yol boyunca vaktinde İstanbul’da da

yaşamış olan Garibaldi’nin adamlarının büstleri dizilmiş. Buradan Roma’nın nefes kesici panoramasını

hem gece hem gündüz seyretmek gerekiyor. Köşedeki kafeden bir kadeh şampanya alıp Roma’nın

şerefine içebilirsiniz!

Monte Mario Tepesi:

Buraya yalnızca aşıklar gelir… Ana caddeden kafeye çıkan yolun adı da ’’Via degli Innamorati’’(Aşıklar

yolu). Monte Mario Tepesi’nde Lo Zodiaco(Viale Parco Mellini, 90) lokantası ve kafesi var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder